Bir zamanlar, çiçek kokularıyla dolu, yemyeşil bir vadide, Tavşan Köyü adında bir yer vardı. Bu köy, yumuşacık çimlerle kaplı, her yanı parlak renkli çiçeklerle bezenmişti. Tavşanlar burada özgürce zıplar, en taze otları yer, akşamları ise yuvalarına çekilip yıldızların altında tatlı uykulara dalarlardı.
Ama bir tavşan vardı ki, diğerlerinden biraz farklıydı. Onun adı Minik Tavşan’dı. Minik Tavşan’ın kürkü bembeyazdı ama kuyruğu diğer tavşanlarınki kadar büyük ve kabarık değildi. O yüzden bazen kendini üzgün hissederdi. Diğer tavşanlar bahçelerde oyun oynarken, Minik Tavşan genellikle bir kayanın üzerine çıkar ve yıldızları izlerdi.
Bir gece, rüzgar hafif hafif eserken Minik Tavşan yine kayanın üzerine çıktı. Gözleri parlayan yıldızlara kilitlendi. “Ah,” dedi iç çekerek. “Yıldızlar ne kadar güzel. Keşke benim de onlar gibi ışıldayan bir kuyruğum olsaydı…”
Minik Tavşan tam böyle düşünürken gökyüzünde bir şey oldu. Parlak bir yıldız, diğerlerinden ayrılarak süzüldü ve bir ışık demeti gibi hızla yere doğru indi. Minik Tavşan, yıldızın düştüğü yeri gördü; köyün hemen yakınındaki Büyük Çınar Ağacı’nın altıydı.
“Bu çok garip!” dedi kendi kendine. Merakı daha fazla dayanamadı ve yıldızın düştüğü yere doğru zıplamaya başladı. Çimenler ıslak ve serindi, yapraklar hafifçe hışırdıyordu. Büyük Çınar Ağacı’na vardığında, yerde hâlâ parlayan bir şey gördü. Minik Tavşan dikkatle yaklaştı. Bu, sıcak bir ışık saçan küçük bir yıldızdı!
“Merhaba,” dedi yıldız, incecik bir sesle. “Beni mi çağırdın?”
Minik Tavşan şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırdı. “Ben mi? Ama ben yalnızca yıldızlara bakıyordum…”
Yıldız nazikçe ışıldadı. “Dileğini duydum. Kuyruğunun yıldızlar gibi ışıldamasını istedin, değil mi? Sana yardım edebilirim. Ama önce bir yolculuğa çıkıp şükrü, empatiyi ve farkındalığı öğrenmelisin.”
“Şükür mü?” diye sordu Minik Tavşan. “O da ne?”
“Şükür,” dedi yıldız, “Sahip olduklarını fark edip mutlu olmayı bilmektir. Bunun ne kadar önemli olduğunu öğrenmeden dileğin gerçekleşemez.”
Minik Tavşan başını salladı. “O halde bana yol göster. Hazırım!”
Yıldız tatlı bir gülümseme gibi ışıldadı ve Minik Tavşan’ın önünde bir yol açtı. “Öyleyse beni takip et,” dedi.
Yolculuk Büyük Çınar Ağacı’ndan başladı. Yıldız, Minik Tavşan’ın önünde ilerliyor, yolu hafifçe aydınlatıyordu. İlk durak köyün hemen dışındaki Sessiz Göl’dü. Burada, yaşlı bir kurbağa yaşıyordu. Kurbağa, göl kenarında oturmuş derin düşüncelere dalmış gibiydi.
“Bu yaşlı kurbağaya selam ver,” dedi yıldız. “Belki sana şükrün ne olduğunu anlatabilir.”
Minik Tavşan, kurbağaya doğru yaklaştı. “Merhaba, yaşlı kurbağa,” dedi. “Yıldız beni buraya getirdi. Şükür hakkında bir şeyler öğrenmem gerektiğini söylüyor.”
Kurbağa, ağır ağır gözlerini açtı ve Minik Tavşan’a baktı. “Ah, şükür mü? Şükür, göldeki suyu fark etmek gibidir,” dedi. “Ben bu gölde yaşıyorum, su beni serinletir, beni doyurur. Ama suyu göremezsem, ona teşekkür etmeyi de unutabilirim.”
Minik Tavşan başını eğip göle baktı. Su, ay ışığı altında nazikçe parlıyordu. “Ben de bazen su içiyorum,” dedi. “Ama ona hiç teşekkür etmedim.”
Kurbağa tatlı bir kahkaha attı. “Hayatta sahip olduklarını fark etmekle başlar şükür. Bugün, her içtiğin su için teşekkür etmeyi dene.”
Minik Tavşan, kurbağadan aldığı dersle yoluna devam etti. Yıldız bu kez onu Farkındalık Tepesi’ne götürdü. Tepenin zirvesinde, rüzgar hafif hafif eserken her şey çok sessizdi. Burada, kanadı kırık bir serçe oturuyordu. Yıldız, Minik Tavşan’a dönüp, “Şimdi sıra empatiyi öğrenmekte. Ona yardım edebilir misin?” diye sordu.
Minik Tavşan serçeye yaklaştı. “Merhaba, küçük serçe. Sana yardım edebilir miyim?”
Serçe üzgün bir şekilde başını salladı. “Kanadım incindi ve uçamıyorum. Ama yakındaki meşe ağaçlarından biraz yaprak getirirsen, kanadımı sarıp iyileşebilirim.”
Minik Tavşan hiç düşünmeden tepenin aşağısına doğru zıplamaya başladı. Ağaçların arasında, en uygun yaprakları bulup getirdi. Serçe, Minik Tavşan’a teşekkür etti ve “Bu dünyada her canlının yardıma ihtiyacı vardır,” dedi. “Senin gibi nazik bir tavşan olmasaydı ne yapardım?”
Minik Tavşan, serçeye yardım ettiği için içten bir mutluluk hissetti. Yıldız hafifçe ışıldadı ve “İşte bu, empati budur. Başkalarını anlamak ve onların mutluluğu için bir şeyler yapmaktır,” dedi.
Yolculuk devam ederken, Minik Tavşan bir ormanın derinliklerine doğru ilerledi. Ormanın kalbinde, yıllardır kimsenin girmediği bir alan vardı. Burası, gizemli bir şekilde her zaman karanlıktı. Yıldız, Minik Tavşan’a dönerek, “Burada içindeki ışığı bulmalısın,” dedi.
Minik Tavşan şaşkınlıkla etrafına baktı. “Nasıl bir ışık? Benim içimde ışık yok ki…”
Yıldız tatlı bir şekilde güldü. “Işığın her zaman var. Ama onu keşfetmek için sahip olduklarını fark etmeli, başkalarının kalplerine dokunmalısın.”
Minik Tavşan, bu sözleri düşündü. Gölün suyunu, serçeye yardım edişini, kaplumbağaya olan nazikliği hatırladı. Hepsi bir anda anlam kazandı. Kendi küçük kuyruğunu düşündü. “Belki kuyruğum küçük olabilir,” dedi kendi kendine. “Ama onunla da güzel şeyler yapabilirim.”
Bu farkındalıkla, Minik Tavşan’ın kuyruğu hafifçe parlamaya başladı. İlk başta küçük bir ışık, ardından yavaşça büyüyen bir parıltı…
Minik Tavşan köyüne döndüğünde, kuyruğu hafifçe ışıldıyordu. Bu ışık ne çok büyük ne de çok küçüktü, tam olması gerektiği gibiydi. Köydeki diğer tavşanlar onun kuyruğunu gördüğünde hayranlıkla baktılar. Ama Minik Tavşan, artık başkalarının ne düşündüğünü umursamıyordu. Çünkü asıl önemli olan, içindeki mutluluğu bulmuş olmasıydı.
Her gece kayanın üzerine çıkıp yıldızlara bakmaya devam etti. Ama artık sadece dilek dilemek için değil, teşekkür etmek için:
“Yıldızlar, teşekkür ederim. Bana içimdeki ışığı görmeyi öğrettiğiniz için.”
Mesaj: Mutluluk, sahip olduklarımızı fark etmek ve başkalarına yardım ederek içimizdeki ışığı büyütmekten geçer.
Bu metin kocamanbisite.com için özel olarak yazılmıştır. Ticari maksat taşıyan tüm diğer dijital ortamlar ve basılı mecralarda kullanımı, kopyası, atıfı yasaktır. Eğitim maksatlı kullanım için her bir hikayeye yönelik izin alınması zorunludur.