Rüzgâr, uzun çam ağaçlarının dallarını yavaşça okşuyordu. Derin bir vadinin yamacında, yemyeşil bir ormanın içinde saklı bir köy vardı: Arverna. Bu köyde yaşayan herkes, ormanı korur, nehirlerin şarkısını dinler ve Altın Sular olarak adlandırdıkları bir gölü kutsal kabul ederdi. Göl, güneş ışığına maruz kaldığında yüzeyinde altın renkli bir parıltı yayar, bu yüzden köylüler burayı bir mucize olarak görürdü.
Köyde yaşayan genç bir kız olan Lirya, bu doğa mucizesine her şeyden çok hayrandı. Gölün kenarında saatlerce oturur, dalgaların ritmini dinlerdi. Ancak bir gün, suyun yüzeyinde gölge gibi kararan bir şey fark etti. Gölün altın rengi kayboluyor, yerini gri ve bulanık bir görüntüye bırakıyordu.
Lirya, köyün büyüklerine durumu anlattı. Ancak yaşlılar, bunun gölün kendini yenileme zamanı olduğunu söyleyerek endişelenmemesini istediler. Fakat Lirya içten içe bir şeylerin yanlış olduğunu biliyordu. O gece, köyün efsanelerini anlatan eski bir kitabı karıştırdı. Kitapta, gölün altın renginin, ormanın derinliklerinden gelen bir kaynağa bağlı olduğu yazıyordu. Eğer bu kaynak zarar görürse, gölün ışığı sönecek ve çevresindeki her şey kuruyacaktı.
Ertesi sabah, Lirya cesaretini topladı ve yalnız başına ormanın derinliklerine doğru yola çıktı. Ağaçların sıklığı arttıkça, çevresinde garip sesler duymaya başladı. Kuşların ötüşü eskisinden farklıydı, yapraklar arasında bir fısıltı dolaşıyordu. “Beni duyuyor musunuz?” diye fısıldadı Lirya, elindeki sopayla çevresini yoklarken. Ama cevap yalnızca bir rüzgâr uğultusuydu.
Ormanın en karanlık köşesine vardığında, yere dökülmüş siyah bir sıvı gördü. Bu sıvı, gölü besleyen altın kaynaklardan birinden sızıyordu. Kaynağın yanında, devasa bir makine duruyordu. Bu makine, kaynağı kirletiyor, altın rengi suların yerine gri zehirler yayıyordu.
Birden, arkasında bir hareket hissetti. Lirya, korkuyla döndüğünde karşısında devasa, metalden yapılmış bir figür gördü. Figür, makineyi koruyan bir muhafız gibiydi. Ama bu sadece metal bir muhafız değil, doğanın kendisini korumak için yarattığı bir ruhtu. Lirya korktu ama geri adım atmadı. “Sen, bu ormanın ruhusun,” dedi. “Ama neden göle zarar veriyorsun?”
Metal figür titredi ve cevap verdi: “Ben ormanın sesi ve kalkanıyım. Ama insanlar artık beni dinlemiyor. Gözü dönmüş avcılar, altını ararken suyu kirletti.”
Lirya, figüre yaklaştı. “Hepimiz bu gölün mucizesini korumalıyız. Bana yardım et, bu kaynağı kurtaralım.”
Muhafız, bir an sessiz kaldı. Sonra koca bir uğultuyla ellerini kaldırdı ve toprağı sarstı. Yere dökülmüş zehri temizlemek için orman bir araya gelmiş gibiydi. Ağaçların kökleri suları temizledi, kuşlar yükseklerden çağrılar yaptı ve sonunda, kaynak tekrar saf altın renginde akmaya başladı.
Lirya köyüne geri döndüğünde, göl yeniden parlıyordu. Köylüler, Lirya’nın cesaretini kutladı ve onun bulduğu gerçeği öğrendikten sonra, ormanın her köşesini korumaya yemin ettiler. Lirya ise o gün, doğanın dilini dinlemenin ve ona saygı göstermenin ne kadar önemli olduğunu anlamıştı.
Göl, o günden sonra daha parlak ışıldadı. Ama herkes biliyordu ki bu ışık, yalnızca doğaya kulak verenlerin fark edebileceği bir mucizeydi.
Bu metin kocamanbisite.com için özel olarak yazılmıştır. Ticari maksat taşıyan tüm diğer dijital ortamlar ve basılı mecralarda kullanımı, kopyası, atıfı yasaktır. Eğitim maksatlı kullanım için her bir hikayeye yönelik izin alınması zorunludur.