Bir zamanlar, yüksek dağların eteklerinde saklı, küçük ve sakin bir köyde yaşayan 7 yaşında bir kız çocuğu vardı. Adı Elif’ti. Elif, enerjik ve meraklı bir çocuktu. Ama en büyük tutkusu futboldu. Köyde, ayakkabılarını çıkarıp çimenlerin üzerinde top koşturmaktan daha çok sevdiği bir şey yoktu. Oyun oynarken rüzgârın saçlarını savurması ve ayağındaki topun sesi, Elif için dünyanın en güzel melodisiydi.
Ne var ki, köyde futbol pek kızların oyunu olarak görülmezdi. Çocuklar, “Kızlar futbol oynayamaz!” diye ona takılırdı. Ama Elif bu sözlere kulak asmazdı. Tek bir hedefi vardı: Bir gün köy meydanında düzenlenen büyük turnuvada köyün en iyi futbolcusu olduğunu göstermek!
Turnuva günü yaklaşırken Elif her sabah erkenden kalkar, topunu alır ve dere kenarındaki boş tarlada antrenman yapardı. Bir sabah yine erkenden kalktı, topunu alıp tarlaya doğru yola çıktı. Ancak tarlaya vardığında gözlerine inanamadı: Topu yoktu! Oysa ki her zaman aynı yere koyardı. Topu, futbol oynayabildiği tek arkadaşıydı ve şimdi kaybolmuştu.
Elif topunu aramak için köydeki her taşın altına baktı. Komşulara sordu, tarlaları dolaştı, ama hiçbir yerde bulamadı. Üzgün bir şekilde eve dönerken, yolda köyün yaşlısı Hakkı Dede ile karşılaştı. Hakkı Dede bilge ve biraz da tuhaf biriydi. Elif’in üzgün yüzünü görünce sordu:
“Ne oldu, küçük sporcu? Bugün pek neşesizsin.”
Elif başından geçenleri anlattı. Hakkı Dede, uzun beyaz sakalını sıvazladı ve bir süre düşündü. Sonra gözlerini Elif’e dikerek fısıldadı:
“Eğer gerçekten topunu geri istiyorsan, Kırmızı Ayakkabıların olduğu mağaraya gitmelisin. Ama dikkat et, orada dürüstlük çok önemli.”
Elif, Hakkı Dede’nin anlattığı mağarayı daha önce hiç duymamıştı. Ama kayıp topu bulmak için her şeyi göze alabilirdi. Ertesi sabah erkenden yola koyuldu. Dağların arasındaki gizli patikaları geçip, büyük bir mağaraya ulaştı. Mağaranın girişinde, kapının üstünde altın harflerle yazılmış bir yazı vardı:
“Gerçek bir sporcu olmak için önce kalbini doğru yolda tut.”
Elif derin bir nefes alarak içeri girdi. Mağaranın içi büyülü bir yerdi. Duvarlar kristallerle kaplıydı ve yer yer parlayan ışıklar yolu aydınlatıyordu. Ama asıl dikkat çeken şey, mağaranın ortasındaki küçük taş masanın üzerinde duran parlak kırmızı ayakkabılardı. Ayakkabılar bir çift değildi, sadece sağ teki vardı.
Bir anda mağarada yankılanan bir ses duyuldu:
“Eğer bu ayakkabıyı almak istiyorsan, dürüst bir sporcu olduğunu kanıtlamalısın. Sorularıma doğru cevap verirsen, topuna kavuşacaksın.”
Elif şaşkın ama kararlıydı. Sesin sorduğu sorular başladı:
• “Bir arkadaşın hata yaptığında ne yaparsın?”
• “Kazandığında mı yoksa doğru olanı yaptığında mı daha mutlu olursun?”
• “Hile yaparak kazanmak mı, dürüstçe kaybetmek mi daha değerlidir?”
Elif, her soruya kalbinden gelen dürüst cevapları verdi. Hile yapmayı asla sevmediğini, hataların öğrenmek için bir fırsat olduğunu ve dürüst olmanın her şeyden önemli olduğunu söyledi.
Son soruya cevap verdikten sonra mağara bir anda aydınlandı. Elif’in ayaklarının dibine ikinci bir ayakkabı düştü. Ama bu kez sol tekiydi.
Mağaranın Sırrı ve Büyük Turnuva
Elif kırmızı ayakkabıları aldıktan sonra mağaranın içinden ilerlemeye devam etti. Ama işler hiç kolay olmayacaktı. Ayakkabılar ayağında ışıl ışıl parlıyordu, fakat mağara hâlâ esrarengiz bir sessizlik içindeydi. Ayakkabılar ona yalnızca bir başlangıç vaat etmiş gibiydi.
Mağaranın derinliklerine indikçe yol daralmaya ve zorluklar artmaya başladı. İlk önce kocaman bir taş kapı çıktı karşısına. Kapının üzerinde altın harflerle şu yazılıydı:
“Bir sporcu, sabır ve azimle zorlukları aşar.”
Kapının yanındaki küçük bir levhada ise şöyle bir not vardı:
“Kapıyı açmak için on doğru hamle yap. Yanlış yaparsan, en başa dönersin.”
Kapının önünde bir düzenek duruyordu. Bu, büyük bir labirenti andırıyordu ve Elif, taşlardan birini seçip doğru yolu bulmalıydı. Elif önce tereddüt etti ama kendi kendine, “Bir futbol sahasında nasıl dikkatle oynuyorsam burada da aynı şekilde düşünmeliyim,” dedi. Ayakkabıların hafifliği, zihnine de bir tür rahatlık vermiş gibiydi. Sabırla taşları seçerek hamlelerini yaptı ve onuncu hamlede kapı gıcırdayarak açıldı.
Kapının ardından esen serin bir rüzgârla birlikte ışıl ışıl bir alan belirdi. Fakat bu kez, yolun ortasında bir köprü vardı. Köprünün üzerinde farklı sembollerle süslenmiş levhalar asılmıştı. Elif yaklaştığında, karşısına bir kuş çıktı; simsiyah tüyleri olan bu kuş konuşmaya başladı:
“Bu köprüden geçmek kolay değildir. Doğru yolları seçemezsen, suya düşersin. Ama sana bir sır vereyim: Gerçek bir sporcu, rakibine asla zarar vermez. Şimdi düşün, hangi yolu seçeceksin?”
Elif, kuşun söylediklerini dikkatle dinledi ve bir süre düşündü. Köprüdeki sembollere bakarak her adımını dikkatle seçti. Suya düşmeden, kuşun verdiği ipuçlarıyla köprüyü geçmeyi başardı. Diğer tarafa vardığında kuşun sesi yine duyuldu:
“Sen sadece güçlü değil, aynı zamanda cesur ve akıllısın. Ama yolun hâlâ bitmedi, Elif.”
Mağaranın son kısmına geldiğinde, önünde kocaman bir futbol sahası belirdi. Ama bu saha sıradan bir saha değildi. Kale direkleri altından yapılmış, çizgileri ışıkla çizilmişti. Sahaya adımını atar atmaz etrafı büyükçe bir sis kapladı. Sis dağıldığında Elif’in karşısında başka bir takım belirdi. Bu, “Mağaranın Koruyucuları” adında bir takımdı ve her biri dev gibi görünüyordu.
Bir ses yankılandı:
“Eğer onları yenemezsen, mağarayı terk edemezsin. Ama bu bir takım oyunu. Bireysel yetenekten çok, birlikte hareket edebilmeye önem ver.”
Elif bu sözleri duyunca durup düşündü. Normalde hep yalnız oynardı, çünkü köyde onunla oynayan pek kimse olmazdı. Ama burada yalnızca bireysel yeteneği değil, takımla uyum göstermesi gerekiyordu. Karşısındaki dev takımı nasıl yenebileceğini düşündü.
Kırmızı ayakkabılarının ona verdiği cesaretle kendine güvendi ve “Eğer onların da birlikte oynamasını engellersem, başarılı olabilirim,” dedi. Maç başladı ve Elif, hızlı koşularıyla rakiplerini şaşkına çevirdi. Ama her defasında pas vermesi gereken yerlerde zorluk yaşadı. Rakip takım bir süre sonra onun yalnız oynamaya çalıştığını fark etti ve onu daha kolay durdurmaya başladı.
O anda Elif, gerçek bir lider gibi davranması gerektiğini anladı. Yanındaki hayali takım arkadaşlarına bağırarak talimatlar verdi: “Şimdi sağ kanada açılın! Şut pozisyonunu benim için oluşturun!” Sesine güven dolu bir kararlılık ekleyerek her pozisyonda daha akıllıca oynamaya başladı. Hayali arkadaşlarıyla birlikte hareket ettikçe maçın kontrolünü ele aldı.
Son dakikada kırmızı ayakkabılar bir kez daha parladı. Elif topa mükemmel bir vuruş yaptı ve gol atarak maçı kazandı. O anda mağaranın etrafındaki ışıklar bir kez daha canlandı. Sahadaki rakip takım kayboldu ve bir altın kupa, sahaya düştü. Kupanın üzerinde şu yazıyordu:
“Gerçek bir sporcu, yalnızca sahada değil, hayatta da takım ruhuyla kazanır.”
Elif kupayı alıp mağaranın çıkışına yöneldi. Topunu ve yeni kazanımlarını yanına alarak köye geri döndü.
Turnuva günü geldiğinde, Elif mağaradaki tecrübeleri sayesinde çok daha iyi bir futbolcu olmuştu. Artık sadece hızlı koşmak veya sert şut çekmek değil, takım oyununu ve dürüstlüğü de öğrenmişti. Sahada harikalar yaratırken, tüm köy ona hayranlıkla bakıyordu. En sonunda, turnuvanın kazananı Elif’in takımı oldu.
Bu kez yalnızca kendisi değil, tüm köy mutlu olmuştu. Elif ödülünü alırken şunu söyledi:
“Futbol ya da başka bir şeyde en önemli şey kazanmak değil, dürüst olmak ve elinden gelenin en iyisini yapmaktır. Bu turnuvayı kazandığım için değil, dürüstçe oynadığım için mutluyum.” O günden sonra köyde kimse, “Kızlar futbol oynayamaz,” demedi. Elif ise hayallerinin peşinden gitmeye ve diğer kızlara ilham olmaya devam etti.
Bu metin kocamanbisite.com için özel olarak yazılmıştır. Ticari maksat taşıyan tüm diğer dijital ortamlar ve basılı mecralarda kullanımı, kopyası, atıfı yasaktır. Eğitim maksatlı kullanım için her bir hikayeye yönelik izin alınması zorunludur.