Bir varmış, bir yokmuş… Uzaklardaki ışıltılı bir diyarda, bir tepenin yamacında kurulmuş sıcacık bir ev varmış. Bu evde, neşe dolu bir aile yaşarmış: Anne, Baba, büyük kızları Eylül ve küçük oğulları Alp. Eylül, masmavi gözlerinde merak ışıltıları taşıyan, hayal kurmayı çok seven bir kızmış. Alp ise enerjik, hareketli ve her şeyi soru sorarak öğrenmeye bayılan küçük bir çocukmuş.
Aileleri, akşam olduğunda hep birlikte sofraya oturur, yemeklerini yer ve günün nasıl geçtiğini konuşurmuş. Ne var ki Alp, bazen yemeğini beğenmez, tabağındaki renkli sebzeleri itekler ve hayalindeki başka bir şeylerle uğraşmak istermiş. Eylül ise “Aile kuralları böyle” diyerek, Alp’e sofrada uslu durmasını söyler, ama çoğu zaman bu nasihatlar işe yaramazmış.
Bir gün, anne ve baba, çocuklarına sürpriz yapıp büyük bir bahçede piknik yapmaya karar vermişler. Sabahın erken saatinde herkes uyanmış, hazırlıklar yapılmış ve kocaman bir sepet dolusu yiyecekle yola çıkılmış. Sepetin içi mis kokulu ekmeklerle, taze meyvelerle ve rengârenk sebzelerle doluymuş. Anne, baba ve Eylül çok heyecanlıymış. Alp de içten içe sevinmiş ama aklının bir köşesinde, sebzelerle arası iyi olmadığı için “Acaba neler olacak?” diye merak ediyormuş.
Bahçeye vardıklarında, kuş cıvıltıları eşliğinde örtülerini sermişler, sepeti açıp enfes yiyecekleri sofraya dizmişler. Baba, “Haydi bakalım, aile kuralımızı unutmayalım. Birlikte sofraya oturuyoruz ve herkes tabağındakini kıymetini bilerek yiyor” demiş. Alp, yüzünü biraz buruşturmuş ama anne ve babasının sevgi dolu bakışlarını görünce, “Peki” diye mırıldanmış.
Tam o sırada, hafif bir rüzgâr esmiş ve sofranın çevresinde minicik ışıltılı toz taneleri uçuşmaya başlamış. Eylül sevinçle “Bu da ne böyle?” diye sormuş. Alp, elini uzatmış ve o ışık tozlarından birini yakalamaya çalışmış. Toz, parmaklarına değdiği anda sanki içini ılık bir sevgiyle doldurmuş. Eylül ve Alp birbirlerinin gözlerinin içine bakmışlar. Baba, şaşkın ama keyifli bir ifadeyle “Galiba sihirli bir rüzgâr esti” demiş. Anne, nazikçe gülümseyerek “Demek bu yemek sofrasına çok güzel bir anı katacak” diye eklemiş.
O sihirli rüzgâr, Alp’in yüreğine yeni bir duygu serpmiş. Sofradaki sebzelere, meyvelere ve ekmeğe bakarken, sanki onların ne kadar değerli olduğunu anlamaya başlamış. Fakat bu yeni duygunun onu gıdıklayan bir yanı da varmış; “Sebzeler hâlâ o kadar lezzetli görünmüyor,” diye kendi kendine düşünmüş ama yine de “Denemekten zarar gelmez,” diye mırıldanmış.
Alp, tabağına uzanıp bir parça domates almış. İlk ısırığı ağzındayken gözlerini kapatmış ve o tada kulak vermiş. Hafif tatlı ve sulu domates, Alp’e hiç olmadığı kadar lezzetli gelmiş. Sonra salatalığı, peynirli küçük börekleri derken, her bir yiyeceği tadarak sofranın tadını çıkarmış.
Eylül, bu değişimi fark etmiş ve kardeşinin yüzündeki şaşkınlığı görünce gülümsemiş. “Ne oldu Alp, artık yemeğini seviyor musun?” demiş. Alp omuz silkip “Sanırım seviyorum… Bu sihirli rüzgâr sayesinde midir nedir, birdenbire yemek yemek hoşuma gider oldu” diye yanıtlamış. Anne ve baba, sessizce birbirlerine bakmış ve Alp’teki bu değişimin sadece sihirle açıklanamayacağını düşünmüşler. Aslında Alp, anne ve babasının sevgisini hissederek, yemek yemenin hem beden hem de ruh için iyi olduğunu fark etmeye başlamış.
Öğlen vakti olmuş ve tüm aile, yemekten sonra bahçede oyunlar oynamış. Eylül, kardeşiyle kovalamaca oynamayı teklif etmiş. Alp, kahkahalar atarak Eylül’ü yakalamaya çalışmış. Anne ve baba da onlara katılmış. Yorgun düştüklerinde tekrar sofraya dönmüşler. Anne, “Şimdi biraz daha dinlenelim. Sonra toparlanıp evimize döneriz,” demiş. Alp, “Ama anne, eve dönünce de sebze yemeğine devam edecek miyiz?” diye sormuş. Babası, “Tabii ki, çünkü aile kuralımız var: Soframızı paylaşıyoruz ve sevgiyi de paylaşıyoruz. Hem sağlıklı olmak için de sebzeler çok önemli,” diye açıklamış.
O akşam eve döndüklerinde, annesi mutfakta yeni bir yemek hazırlamış. Alp, sebzeleri görünce eskisi gibi yüzünü buruşturmamış. Aksine, “Sanırım bu sefer neler tadacağımı merak ediyorum” diye düşünmüş. Eylül, “Seninle aynı sofrada oturmak artık daha keyifli olacak, Alp!” diyerek kardeşine sarılmış.
Ertesi gün, ailenin sofraya oturduğu o akşam, Alp’in gözlerinde daha önce pek olmayan bir ışık parlamış. Sebzelere bakarken “Bunlar bana enerji veriyormuş, ben de bugün çok hızlı koşabilmişim,” demiş. Anne ve baba birbirlerine bakmış ve gülümsemişler. Eylül ise büyük bir gururla “Artık soframızda herkes mutluymuş!” demiş.
İşte o günden sonra, sihirli rüzgârın bahşettiği duygu sönmemiş; Alp, aile kurallarına uymanın, birlikte vakit geçirmenin ve anne-baba sevgisini paylaşmanın ne kadar değerli olduğunu her geçen gün daha iyi anlamış. Eylül de sabırlı olmayı öğrenmiş, kardeşiyle daha çok ilgilenmiş. Anne ve baba ise çocuklarının bu değişiminden çok mutluymuş. Ve tüm aile, her akşam yemeğinde, sevgiyle hazırlanan sofralarının etrafına toplanıp birbirlerine sarılarak “Mutlu aile, sihirli sofra!” diyerek günlerini sonlandırır olmuş.
Böylece hep birlikte, sevginin ve paylaşmanın gerçek sihir olduğunu anlamışlar. Masal bu ya, siz de akşam sofralarınızda bir parça sihir bulmak isterseniz, ailenize sıcacık bir gülümseme hediye edebilirmişsiniz. Belki sizin de tabağınıza, o ışıltılı tozlardan birkaç tane konuverirmiş.
Bu metin kocamanbisite.com için özel olarak yazılmıştır. Ticari maksat taşıyan tüm diğer dijital ortamlar ve basılı mecralarda kullanımı, kopyası, atıfı yasaktır. Eğitim maksatlı kullanım için her bir içeriğe yönelik izin alınması zorunludur. İzinsiz kopyalamanın tespiti durumunda uyarı verilmeksizin hukuki yollara başvurulacaktır.