Bir varmış, bir yokmuş. Uzak diyarlarda, parlak gökyüzünün altına kurulmuş bir şehir varmış. Bu şehre “Gök İnci” denirmiş. Gök İnci, gökkuşağının bütün renklerini barındıran kristal duvarları, ışıl ışıl parlayan kubbeleri ve ince ince yükselen kuleleriyle dillere destanmış. İnsanlar bu şehirde huzur içinde yaşar, sabah güneşiyle uyandıklarında Allah’a şükreder, geceleri ise yıldızlara bakıp dua ederlermiş.
Gök İnci şehrinin ortasında, zarif bir köprünün bağladığı minik bir ada varmış. Bu adanın üzerinde “Kristal Kule” adı verilen, gün ışığında pırıl pırıl parlayan büyük bir saray yükselirmiş. Sarayın pencerelerinden gelen renkli ışıklar, tüm şehre yayılır ve mutluluk dağıtırmış. Bilinir ki bu kulede, Allah’ın sevgisini hatırlatan bir nur saklıymış. Her kim o nura içtenlikle baksa kalbi yumuşar, içinde iyiliğin tohumu çiçek açarmış.
Bir gün, Gök İnci şehrine karanlık bir söylenti gelmiş: “Gölge Avcısı” adlı kötü yürekli bir karakter, Kristal Kule’nin nurunu ele geçirmek için yola çıkmış. Kendisi zulümle beslenen, kalplerdeki saflığı karartmaya çalışan, kocaman bir cübbesi ve solgun yüzüyle ürkütücü bir varlıkmış. İnsanlar bu kötü haberi duyunca korkuya kapılmış. Çünkü Gölge Avcısı, bir yeri ele geçirdiğinde orayı karanlığa büründürür, iyiliği soldururmuş.
Ancak Gök İnci’de, küçük bir kız çocuğu varmış: Adı İnci’ymiş. O, her sabah “Ya Rabbim, içimdeki iyiliği koru,” diye dua eder, geceleri de yıldızların arasında kaybolup yüreğine huzur dolan bir uykuyla dinlenirmiş. İnci, Gölge Avcısı’nın karanlık niyetini duyunca kalbi korkuyla titremiş ama sevgisi ve imanı daha güçlüymüş. “Allah bize yardım eder,” demiş kendi kendine. “Korkmamalıyız; hep birlikte dua edersek bu kötülüğün üstesinden geliriz.”
İnci, şehrin büyükleriyle konuşup yardım istemiş. “Kristal Kule’deki nuru korumalıyız!” diye seslenmiş. İnsanlar ne yapacaklarını şaşırmış hâlde endişelenirken, İnci tek başına Kristal Kule’nin yolunu tutmuş. Kuleye vardığında kapıları büyük bir rüzgârla açılmış. Parlak mermer sütunları, renkli vitray camları ve tavandan süzülen ışık huzmeleri masal gibiymiş. İnci, kulenin en tepesinde, küçük bir pencereden süzülen nurla karşılaşmış. Bu nur kalbine öyle bir sıcaklık vermiş ki korkusu azalmış, cesareti artmış.
Tam o sırada gürültülü bir gölge sarayın duvarlarını sarıp kuleye doğru yükselmiş. Gölge Avcısı dişlerini sıkarak içeri girmiş ve “O nuru bana ver!” diye bağırmış. İnci korksa da pes etmemiş. Elleri göğsünde birleşmiş, “Ya Rabbim, bizi koru,” diye dua etmiş. Dua, bir ışıltı hâlinde kulenin kubbesine yayılmış. Kristal duvarlar gittikçe aydınlanmış, koridorlar ışıkla dolup taşmış. Işığın gücü o kadar büyümüş ki Gölge Avcısı gözlerini kapatarak geriye çekilmek zorunda kalmış. Kalplerdeki Allah sevgisinden gelen bu ışık, karanlık niyetleri eritecek kadar kuvvetliymiş.
Sonunda Gölge Avcısı, kasvetli gölgelerine sığınıp çekilip gitmiş. Şehrin sakinleri, kuleye koşarak İnci’yi alkışlamışlar. Dualar bir olmuş, iyilik galip gelmiş. Kristal Kule’nin nuruna kimse zarar verememiş. İnci, “Elhamdülillah,” diyerek başını gökyüzüne kaldırmış. Çünkü saflık ve sevgi, Allah’a samimi dua ile birleştiğinde hiçbir kötülük kazanamazmış.
O geceden sonra Gök İnci şehrinde herkes daha güçlü bir iman ve sevgiyle yaşamaya devam etmiş. Çocuklar geceleri yıldızlarla arkadaş olmuş, büyükler sabah namazıyla güne mutlu uyanmış. Ve masal bu ya, İnci o gece mışıl mışıl uykuya dalarken, kalbinde ışıl ışıl bir huzur varmış.
Bu metin kocamanbisite.com için özel olarak yazılmıştır. Ticari maksat taşıyan tüm diğer dijital ortamlar ve basılı mecralarda kullanımı, kopyası, atıfı yasaktır. Eğitim maksatlı kullanım için her bir içeriğe yönelik izin alınması zorunludur. İzinsiz kopyalamanın tespiti durumunda uyarı verilmeksizin hukuki yollara başvurulacaktır.