Bir varmış, bir yokmuş. Uzaklardan daha uzak, yakından daha yakın bir ülkede, saçları kızıla çalan küçük bir kız yaşarmış. Adı Lila’ymış. Lila, gün boyu toprakla oynar, çiçeklerin yapraklarına dokunur, kuşların cıvıltısını dinlermiş. En büyük hayali, bir gün gerçek bir prenses gibi parıldayan bir taç takabilmekmiş. Ancak o tacın sadece dış görünüşü değil, iç dünyayı da aydınlatması gerektiğine inanırmış.
Bir akşamüstü, Lila’nın önünden gümüş renkli bir kelebek geçmiş. Kanatları öyle parlakmış ki sanki etrafı ışığa boğarmış. Kelebek onu peşinden sürükleyerek yemyeşil bir ormanda ilerletmiş. Ormanın derinliklerinde, pırıl pırıl bir gölün kenarında, eski bir sandık duruyormuş. Sandığın üzerine, “Işıltılı Tac’ı hak eden kalp, zarafet ve merhametle ışıldar” diye yazan altın harfler kazınmış. Lila merakla sandığı açtığında içinden göz kamaştırıcı bir taç çıkmış. Tacın üzerindeki değerli taşlar, karanlıkta bile gökkuşağı gibi parlıyormuş.
O anda ormana bir prens gelmiş. Geniş omuzlu, oldukça gösterişli ama gözlerinde tuhaf bir hırs varmış. “O taç benim olmalı,” diye bağırmış. Lila ona sakince, “Bu tacı gerçekten istersen, içindeki bencilliği geride bırakmalısın,” demiş. Prens ise gülmüş, “Ben gücümle alırım,” diyerek elini uzatmış. Tam dokunacağı sırada tacın ışığı sönmüş ve karanlıkta kalan orman, ürkütücü bir sessizliğe bürünmüş. Prens şaşırmış, “Neden parlamıyor?” diye sormuş. Lila şöyle cevap vermiş: “Bu taç, değerini kalpten alır. Karşılıksız iyilik ve gerçek güzellik olmadan parlamaz.”
Prens biraz utançla gözlerini kaçırmış. Lila ise gülümsemiş ve ona çiçeklerle kaplı bir patika göstermiş. “Haydi gel, seninle ağaçları sulayalım, kuşların yuvalarına yem koyalım, çalıların arasına takılan minik kaplumbağayı kurtaralım.” Prens başta isteksizce kabul etmiş, ama kuşların mutluluğu, kaplumbağanın minnettar bakışları onu duygulandırmış. İçinde yavaş yavaş bir sıcaklık büyümeye başlamış.
Zamanla prens, Lila’nın yardımseverliğinden etkilenmiş ve içindeki hırs yerini şefkate bırakmış. Ormanın sonunda tekrar tacı eline aldığında, taşlar aniden olağanüstü bir ışıkla parıldamış. Prens, kendinde yeni bir parıltı hissediyormuş: İyilik, sevgi ve paylaşma duygusu. Lila’nın gözleri mutlulukla dolmuş: Gerçek güzellik, dışarıda değil, kalbin içindeki ışıltıdaymış.
İşte o andan sonra Lila ve prens, bu muhteşem tacı birlikte taşıyarak ülkedeki herkese iyiliğin ve merhametin önemini anlatmış. Onları gören herkes, kalbindeki iyilik tohumlarını yeşertmeye başlamış. Böylece masal, kalplere ışık saçarak sonsuza dek sürmüş.
Bu metin kocamanbisite.com için özel olarak yazılmıştır. Ticari maksat taşıyan tüm diğer dijital ortamlar ve basılı mecralarda kullanımı, kopyası, atıfı yasaktır. Eğitim maksatlı kullanım için her bir içeriğe yönelik izin alınması zorunludur. İzinsiz kopyalamanın tespiti durumunda uyarı verilmeksizin hukuki yollara başvurulacaktır.